25 Ekim 2015 Pazar

Pisidia yürümeleri 1

İş yoğunluğundan biraz uzaklaşıp tatil yapayım diye karar verdiğimde aklımda İstanbul vardı.. Uçak biletlerimi aldım, vaktin gelmesini beklerken başka bir haber geldi..

Aslında Pisidia yollarının turizme kazandırılması çalışmasının yapılacağını yazdan beri biliyordum.. İngiliz Arkeoloji Enstitüsünden  arkadaşım Işılay söylemişti.. Ben de arazi çalışmalarına katılmak istiyorum diye hemen atladım, ama gerçekten haber verileceği konusunda hiç ümidim yoktu.. Çünkü daha önce böyle heveslendirilip sonra haber verilmeden yapılan çalışmalar nedeniyle çok hayal kırıklığına uğramışlığım vardı..

Ama onlar beni mahcup ettiler..16-23 ekim tarihleri arasında yapılacak çalışma için bir davet maili aldım.. Tarihler tam da benim İstanbul tatilimi programladığım haftaydı:))) Ama çalışma programı o kadar heyecan vericiydi ki.. Dağlarda, ormanlarda, antik yollarda yürüyüşler.. Kamp, Pansiyon gibi konaklamalar.. Hemen uçak biletlerimi açığa aldırdım ve sırt çantamı, yağmurluğumu, kalın ve ince kıyafetlerimi hazırladım.. Bir haftalık iznimi aldım.. Her seyahat öncesi mutlaka eksiklerin olması bir altın kural olduğundan alışveriş bile yaptım:)))

16 ekim cuma olduğundan ve işe gitmem gerektiğinden  ben ekibe 17 ekim cumartesi  dahil olabildim.. Ekip benimle birlikte 5 kişiden oluşuyordu.. Yani tam bir arabaya sığacak kadar:)) Ekibin iki üyesi Ankara'dan, İngiliz Arkeoloji Enstitüsünden.. Bunlardan birisi Türkçesi çok iyi ve arkeolog olan bir İtalyan, Michele Massa.. diğeri ise projenin yaratıcısı, kültürel miras uzmanı, ekip lideri bir Türk, Işılay Gürsu... Diğer iki üye ise Antalya'dan rehberimiz Ümit Işın ve asistanı Kazım Çetin'di..

17 ekim cumartesi sabahı ekip arkadaşlarımla Mevlana lokantasında buluştuk.. Antalya'da yaşayanlar bilirler bu lokantanın çorbaları pek güzeldir:))) Güzel çorbalarımızın ardından uzun zaman kullanamayacağımızı tahmin ettiğimiz medeni tuvaletleri:)) kullandıktan sonra yolculuğumuza başladık..

Ekip, 16 ekim'de Termessos yürüyüşü yapmıştı.. Cumartesi günü Termessos-Kovanlık bağlantısı için araba ile Termessos-Yağca-Kırkgözler hattını geçtik..

Hava sıcak ama muhteşemdi.. Tam yürüyüş havası.. Termessos'un olduğu Güllük Dağı müthiş görünüyordu..


Antalya'nın, bir dönem de Perge'nin içme suyunun getirildiği Kırkgözler'de nilüfer çiçekleri açmamış olsa da hepimizi etkiledi..


Kovanlık mahallesinde, Döşemealtı ilçesine de adını veren, özellikle Antalya'da yaşayanların arkadaşlarıyla, aileleriyle, çocuklarıyla mutlaka yürümesi gereken taş döşemeli antik yolun başladığı noktada araba ile vedalaşma zamanı geldi..

Arabanın içini o zaman gördüm:)) Yiyeceğimiz, içeceğimiz, ihtiyaç duyabileceğimiz herşey arabadaydı.. Sularımızı, ekmeğimizi, domates, salatalık, peynir, biber ve top keklerimizi aldık... sevgili Kazım'la Burdur'un Karaot köyü sınırlarındaki SİA antik kentinde buluşmak üzere ayrıldık.. Hedefimiz Kovanlık Köyü ile SİA antik kentini birbirine bağlayan antik yol bağlantısını yürümekti:)))

Yol o kadar sağlam bir şekilde günümüze ulaşmış ki hayret edersiniz.. Yol boyunca lahitler ve birçok antik döneme ait kalıntılar var.. Çıkılırken biraz nefes nefese kalınıyor ama her güzel anın küçük bir bedelinin olması gerekiyor tabii ki:))


Yol boyunca hiç kimse ile karşılaşmadık..Yokuşu çıkarken yokuşun bittiği noktada birisini görür gibi olduk, ama yaklaştıkça gördüğümüzün espri anlayışı yüksek çobanlarca yapıldığını tahmin ettiğimiz, ağaca asılı  pantolon ve gömlekten oluşturulmuş bir yol bekçisi ve can yoldaşı olduğunu anladık... Gülümseyerek bekçiye "merhaba" dedik:))


Yokuşu inişe geçtiğimizde ise bir başka bekçinin bize "hoşçakal" demek için beklediğini gördük:)))


Her iki bekçiden sonra karnımız iyice acıktı... domates ve beyaz peynirli, biberli, salatalıklı sandviçlerimizi yedik..üzerinin tatlısı ise mozaikli top kekti:)))

Michele'nin salatalık için "osuruk böceği gibi kokuyor" benzetmesi ise her salatalık yediğimde aklıma gelecek gibi:))

Yemeğimizin ardından yola devam dedik.. Ama yolumuz, antik yolun NATO boru hattına, Selçuklu Mezarlığına kadar uzanan kısmı değil, SİA antik kentine uzanan kısmıydı.. O yüzden antik kalıntıların bulunduğu tepede, ana yoldan kuzeydoğuya doğru ayrıldık.. Yolu soracak bir Allah'ın kuluna rastlamadık.. Sürülerin çıngıraklarını duyduk, çobanlarını göremedik.. İçinde hiç kimsenin olmadığı tek tük evler geçtik.. Ama Ümit müthişti.. Kendisiyle bu kadar barışık, neşeli, komik, akıllı, yön duygusu gelişmiş çok az insan vardır herhalde.. Açıkçası ekibin tüm üyeleri öyleydi.. Hepsini çok sevdim.. Çok güldüm..Çok şey öğrendim..


Yavaş yavaş akşam olmaya başlamıştı ama SİA'ya henüz ulaşamamıştık.. O geceyi çadırla kampta geçirmeyi programladığımızdan yol boyu geçtiğimiz yerlerde uygun kamp alanları belirliyorduk.. Bu alanlardan birisi, gerideki dik kayalarıyla Geyikbayırı'nı hatırlatmıyor değildi..

Yürüyüşe yada araziye çıktığımda en bayıldığım şey etraftan birşeyler yemektir.. Ama hep şansıma mevsim nedeniyle yiyecek birşey bulamam.. Bu seferde öyle oldu:)) Böğürtlenler, dağ çilekleri kurumuştu.. Ağaçlarda meyveler kalmamıştı.. Kamp yerindeki ağaçlardan da birşey beklemiyordum.. Hele kızılcıkları hep çalıda görmüş birisi olarak o ağaçların kızılcık ağacı olacağı aklıma bile gelmemişti.. ama öyleymiş:)) ağaçlardan kızılcık yemek de varmış:)))

Kamp yeri olarak seçtiğimiz yeri geçmemiz gerekti, çünkü Ümit telsizle sürekli yerimizi tarif etse de Kazım'la bir türlü buluşamadık..  Öyle olunca buluşma yerinin her iki tarafın da iyi bildiği SİA antik kenti olmasına karar verildi..

Yürüyüş boyunca söylediğim gibi kimseyle karşılaşmadık.. SİA yakınlarında bir evdeki büyükanne ile torununu görmeseydik eğer, ilk ve son gördüğümüz kişi Kazım olacaktı:))

  

SİA'da onunla buluşabildik.. Hava iyice kararmadan antik kent yakınlarında kampımızı kurduk.. Çadırlarımız hazırlandı.. Kamp ateşimiz yakıldı..


Akşam yemeğinde herhalde basit ve hazır birşeyler atıştırırız diye düşünmüştüm.. Ne kadar komik düşünmüşüm:)) Arabadan hepimize birer sandalye ve bir büyük masa çıktı.. Sevgili Kazım bize önce yorgunluğa iyi gelen filtre kahvelerimizi hazırladı.. Şaka maka 20 km.yürümüş, kahveyi hak etmiştik..

Yemek olarak bulgur pilavı, pirzola ve salata vardı.. Bizi beklerken yakındaki bir köy evinden alınan yufkalarda ısıtıldı.. Tabaklarımız, çatal/bıçaklarımız restaurant kalitesindeydi.. Kürdanımız bile masadaydı:)) Üzerine çayımızı içtiğimizde saat 22.00 olmuştu.. İlk kez çadırda kaldım.. Korkmadım.. Çadırın içi oda gibi, uyku tulumu sıcacıktı.. Biraz tuvalet sıkıntısı çekerim diyordum ama ormanda her yer doğal tuvaletti:)))

Sabah kuş seslerinin yanında orman kokusuyla uyandım diyeceğim ama bunları bastıran mis gibi kahve kokusu da vardı.. Kahvelerimizi içerken kahvaltımız bir taraftan hazırlandı.. Akşamki yemekten sonra kahvaltı menüsü ve sonraki yiyeceklerimize artık şaşırmadım.. işin özü, "dağlarda aç kaldık, susuz kaldık, perişan olduk" diyemedik :))



Kahvaltının ardından vakit, SİA'yı gezme vaktiydi..

SİA'nın en önemli yapısı, çatısı neredeyse tamamen ayakta kalmış bir anıt mezar yapısı..

Yöre halkı, bu yapıya "Taşdam" diyerek öyle güzel bir isim vermiş ki..

Ormanın içinde, mezarları, doğrusal formda ki tiyatrosu, anıtsal yapıları, surları, konut yapıları ile çok şirin bir Pisidia kenti SİA..

Kentin ismi, anıtsal yapıların birinin üzerindeki SİA halkı yazısından anlaşılmış..



         


Kenti biz gezerken Ümit ve Kazım kampı toplayıp, arabaya yerleştirdiler.. Üzerine Türk Kahvesi tabii ki:))) 

Gezi sırasında üzerinde kabartma olan bir taş bulduk.. Müze Müdürünü arayıp, taşı muhtara teslim ettiğimizi bildirdik.. Bu da gitmeden önce SİA'nın bize sürprizi oldu...


Diğer sürpriz ise banaydı.. Yola çıkmadan önce tuvalet için gittiğim bir kayanın üzerinde ki delikler sanki SİA'nın gözleriydi ve orada kaldığımız sürece bizi gözetlemişti..


Bu hislerle ayrıldım SİA'dan.. Ayrıldıktan sonra bir gün önce SİA için ayrıldığımız ana yolun Selçuklu mezarlığı denilen alan ile bağlantısını haritalamak için yürüyüşe başladık.. Yolun bu kısmında üzerinde yolun onarımını yaptıran imparatorun adının da yazılı olduğu anıtsal bir yapı kalıntısı vardı.. Antik yol dere karşısına geçtiğinden anıtsal yapının yakınında bir köprünün varlığı da kaçınılmazdı.. Ancak bir kaç taş dışında köprüye ait hiçbir kalıntı kalmamıştı..


Yol çevresi bugün zeytinlikler ile çevrelenmiş.. O nedenle yol izini takip etmekte zorlandık.. Ama teker izlerinin bile görülebildiği yolu bulmak bizi oldukça heyecanlandırıyordu..


Sonrasında araba ile ormanların, dağların,muhteşem bir coğrafyanın içinden geçerek eski Melli, yeni Kocaaliler Köyünün içindeki Milyas antik kentine ulaştık..

Yol boyunca sadece birkaç orman işçisi dışında yine kimse ile karşılaşmadık..


Sanki zaman donmuş, biz başka bir dünyadaydık.. Her nokta, her ağaç, her dağ, her bulut,her yol diğerinden başkaydı..




Şehre, bu dünyaya çok yakındık.. bir o kadar da uzak.. Bunu Kocaaliler'den Karacaören Barajına çıktığımızda anladık.. Baraj kenarında, iki günde görmediğimiz kadar çok insanın arasında yemek yedikten sonra Manavgat'ın Karabük Mahallesinde, Köprülü Kanyon Milli Parkı içerisindeki Perge Pansiyon'da konaklamak üzere yola çıktık..

2 yorum:

  1. çok güzel, ayaklarınıza ve kaleminize sağlık, harita ekleme imkanınız varsa süper olsur.

    YanıtlaSil
  2. çok güzel, ayaklarınıza ve kaleminize sağlık, harita ekleme imkanınız varsa süper olsur.

    YanıtlaSil