25 Ekim 2015 Pazar

Pisidia Yürümeleri 2


Perge Pansiyon'da Kazım'ın kahvesini içtikten sonra Oluk Köprü aracılığıyla Köprüçay'ın üzerinden geçtikten sonra bugünkü adı Altınkaya, asıl adı Zerk, antik dönemde ki adı Selge olan mahalleye çıktık..


Kahvaltımız, Adem Bahar'ın ev pansiyonundaydı.. Seyahatimiz boyunca bol bol ev yapımı keçi peyniri yedik.. Adem beyin evinde yediğimiz bal ise muhteşemdi.. o günkü programımız, Selge-Demirciler arasındaki antik yolu yürümekti..Demirciler ile Kozan mahallesinde bulunan Pednelissos arasındaki yol bağlantısının antik dönemde nereden geçtiğini keşfetmek ise kasım ayının programı..

Kozan mahallesindeki Pednelissos ile Selge arasındaki savaşlar, Selgelilerin Pednelissos'a antik dönemde dağdan yaptığı saldırılar yazılı kaynaklarda anlatılır.. Selgelilerin kavgacı oldukları, günümüze kadar bu özelliklerini kaybetmedikleri de bilinen bir gerçek.. Adem beyin bugün, "Eşkiya Adem" olarak tanınması da bunun ne kadar doğru olduğunu göstermekte:))) kahvaltı boyunca başından geçenleri anlattı durdu.. Anlattığına göre izinsiz yaptığı tuvaleti keşfe gelen hakim, tuvaletini kullanmak isteyince kullandırtmamış.. Tam aklımdan benim de tuvaleti kullanmak geçiyordu ki, bu isteğimden vazgeçtim:))) ne de olsa dağlar bizimdi:)))

Adem beyin kendisi esmer, kara kaş, kara göz.. Kahvaltıyı hazırlayan eşi ise sarışın, beyaz tenli, mavi gözlü.. Çok farklılar.. "Siz de mi Selgelisiniz??"  diye sordum.. O da "evet" dedi.. Şaşırtıcı bir zıtlık.. Adem bey bize Selge ile Demirciler yol bağlantısını gösterecek bir kılavuz ayarlayacaktı.. Ümit antik yolu sordu, o da yolun kalmadığını, kullanılan patikanın antik dönemde de kullanıldığını söyledi.. o sırada eşi araya girip, yukarı filan dedi ama Adem, eşini sen bilmiyorsun diye susturdu..

Kılavuzumuz 16 yaşındaki Bayram.. yolu bilip bilmediği konusunda tereddütlerimiz oluştu onu görünce ama Bayram dağların kurduymuş meğer.. Aynı zamanda rafting yaptırıyormuş.. Yanımıza sularımızı aldık, Bayram, "ben istemem" dedi.. Su içmek, yemek yemek aklına bile gelmezmiş.. Evde, anne haricinde baba ve beş kardeş vejetaryenmiş:)) Nedenini bilmiyor.. etten tiksinmiş... Adem'in en ilginç sözü ise, İtalyan arkadaşın kızlarla arasının nasıl olduğunu sorması sonrası geldi.. "kız da üç harf, cin de üç harf.. Kız, bela demektir, uzak durmak lazım" dedi.. Ağzımız açık kaldı..


Kazım'la Demirciler'de öğlen yemeğinde görüşmek üzere ayrıldık.. Sabah saat 8.00 gibi Bayram önde, biz arkada Selge'nin içinden batıya doğru yola çıktık.. Selge coğrafi olarak çok zor bir bölgede yerleşmiş..


Antik dönemde oluşturulmuş tarım terasları, tüm Selge'yi her yönden çevreliyor... Bu teraslar günümüzde az da olsa kullanılıyor..


Mahallenin içinde üzüm bağları var.. İnsanlar, kışlık hazırlıklara başlamış.. Dağlardan sırtlarında odun taşıyorlar..

Bizler şehirde ne kadar kolay bir hayat yaşıyoruz aslında..Bir düğmeye basıyoruz, ısınıyor yada serinliyoruz.. Bir düğmeyle ocağımız yanıyor, bir düğmeyle sıcak suyumuz ısınıyor.. Kırsalda bir düğme yok.. Orada herşey insan gücüyle.. Düğmenin kendisi insan..




Selge'den uzaklaştıkça dev çam ağaçlarının olduğu ormanda bulduk kendimizi.. Önce su kaynağının, yakın zamana kadar kullanılan bir değirmenin olduğu vadiye indik...Vadide su yoktu ama kışın çok su olurmuş.. Bayram, arkadaşlarıyla yüzmeyi burada öğrenmiş..


               


Diğer su kaynağının yakınında bir çoban ve sürüsüyle karşılaştık.. Sürüden birkaç keçi bizimle birlikte patikadan yürümeye başladı... Sonrasında sürünün yanına tekrar döndüler... Yürürken Bayram, bir çitlenbik ağacının yanında durdu..Bize ikram etti.. Çok lezzetliydi ama ağaçta az vardı.. Tadı damağımda kaldı..



Patikada yürüdükçe, patikanın aslında antik dönemde kullanılan bir yol olmadığını anladık..


Demirciler'de Kazım'la buluştuk.. Mahalledeki bir evin çardağına soframızı kurmuş bu sefer.. Ateşte sucuk, tüpte çay, masada yeşillikler hazırdı yine:)) Evdekilerle konuşunca aslında antik yolun olduğunu öğrendik.. Sabah, Adem'in eşinin anlatmaya çalıştığı ama Adem'in onu susturduğu güzergah.. Onu değil, eşini dinlemeliymişiz dedik:)) Tekrar yürümek yerine, o güzergahı kasım da yapılacak Pednelissos-Demirciler programına bıraktık..

Hazır ev bulmuşken tuvaletini kullanmak istedim.. Ev boyandığı için bizi komşuya götürdüler.. Komşuda ne göreyim.. Yer masası üzerinde çitlenbik ayıklanıyor.. Üstelik bir sürü:)) Tadına bakmamazlık etmedim tabii ki:))


Günün bitmesine daha çok olduğundan Ümit, Selge'den Andızlı yol üzerinden Yer köprü bağlantısını yürümemizi önerdi.. Ama hava kararmadan yer köprüye varmamız gerektiğini önemle vurguladı.. Ne demek istediğini Andızlı yoldan inerken anladık:)))

Bu güzergah Selge merkezinden doğuya giden bir güzergah ve St. Paul rotasında da yer alıyor..


Arabayla tekrar Selge'ye döndük ve antik yoldan yürümeye başladık.. Tarım teraslarını geçtikten sonra milli parkın genelinde rastlanan ve kaynak değerlerinden birisi olan adam kayalar adı verilen jeolojik oluşumlar başladı..


Ne kadar eğlendik.. Her bir kaya farklı formlarda, çok etkileyiciydi.. Acayip saklambaç oynanır aralarında.. Hele taht şeklinde bir kaya vardı ki, üzerinde kral, kraliçe pozları verdik.. Işılay ile Michele her bir rotaya eşlik edecek şarkılar önerme fikrini ortaya attılar.. Bakalım ne yapacaklar??:)))

                    

Sandal ağaçlarının (ki Ümit bunun dağ çileği ağacı olduğunu söylüyor) yapraklarını döktüğünü fark ediyordum da gövdenin aynı sürüngenler gibi kabuklarını döküp, yenilediğini hiç fark etmemiştim daha önce.. Allah'ımın mucizeleri.. O kadar etkilendim ki..

                        

Herşey çok güzeldi.. Meşe ağaçları, sandal ağaçları, adam kayaları arasında yürüyorduk..  Çok mutluyduk:)) Andızlı yola varıncaya kadar:))) Öncesinde rehberimizin sık sık verdiği sigara molalarından birisinde aşağıdaki manzarayı izledik.. Nasıl bir yoldan gideceğimizi hiç bilmiyorduk:)))





Andızlı yol deyince filmlerdeki gibi dümdüz yol, etrafı andızlarla çevrili zannedilmesin lütfen:)) Dimdik bir kayanın, aşağı Köprüçay'a inebilen tek patikası.. Aşağısı uçurum ve neredeyse dimdik iniliyor.. Çekilen fotoğraf kareleri, sohbetler azaldı.. Hepimizin totosu en az bir sefer kayarak yeri gördü:)) Ama hava kararmadan yer köprü'ye indik..

                       

Yer köprü ismi de çok anlamlı.. Köprüçay akarak gelirken bu noktada yerin altına iniyor, 3-4 metre sonra yeryüzüne çıkıp akmaya devam ediyor..


Yer köprüye ulaştığımızda manzara inanılmazdı.. Kovanlık tepe ve gerisindeki vadi de muhteşemdi ama inanılmaz olan, o kadar zahmetli bir inişten sonra köprünün üzerinde gördüğümüzdü.. Sevgili Kazım sandalyelerimizi sıralamış, kahvemiz, top keklerimiz hazırlanmış.. Çölün ortasındaki serap yada rüya gibiydi.. Oturduk, kahvemizi yudumlarken manzarayı izledik..


Sonrasında Ümit'in öve öve bitiremediği Tevfik Amca ile tanışmak üzere Gök Tevfik'in (Tevfik Kaya) pansiyonuna yol aldık.. Pansiyon, Tevfik amca'nın evi ile çardağından ve yanında vadiye bakacak şekilde sıralanmış bungalovlardan oluşuyordu.. Taş evin duvarlarında daha önce gelen ziyaretçilerin yaptığı resimler var...


                         

Tevfik amca 80'nine yaklaşmış.. Karahanlıların torunu olduğunu gururla anlatıyor.. Okumamış ama bilge bir adam.. Çocukları, damatlarıyla canla başla çalışıyorlar.. Çocukların esas işi aşağıda rafting.. Bizim için iki çocuğu ve bir damadı gelmiş.. Ümit ile Kazım'la kardeş gibiler.. Tevfik amca onların da babası.. Tevfik amca eşini çok sevmiş, babasına meydan okumuş, kaçırmış onu.. Eşi şimdi rahatsız ve ayağa kalkamıyor.. Tevfik amca onu hiç yalnız bırakmıyor..Biraz bizimle sohbet ettikten sonra içeri onun yanına geçti.. "Ondan başka hiç kimseyi istemem ben, o bana Allah'ın bir lütfu" diyor.. Büyük aşk:)) Allah'ım ne olur hepimize böyle değerli ve karşılıklı büyük aşklar ver.. O zaman dünya bir başka, sevgiyle dolu olur herhalde..


Yemek öncesi çardakta gün batımını izledik..Yediklerimizi sayayım mı??:))) Odun ateşinde pişmiş lezzetli mi lezzetli tarhana çorbası, salata.. pirzola ve makarna.. Ama makarna İtalyan işi.. Michele hiç üşenmeden bizim için yaptı..O kadar güzeldi ki, bir daha yemek nasip olur İnşallah:))




Günün yorgunluğu üzerine yattığımız yeri çok beğendik tabii ki:)))

Sabah muhteşem bir kahvaltının ardından yine Selge merkezli bir parkura başlamak üzere Selge'ye gittik.. Bu arada her sabah kahvesi ile kahvaltı arası ekibin bir önceki günün fotoğraflarını, kayıtlarını, koordinatlarını bilgisayarlarına yükleme zamanıydı..

Selge'ye varmak üzereyken Bayram ve eşi ile karşılaştık.. Adem'e bizi yanlış güzergaha gönderdiğini, bundan sonra eşini dinleyeceğimizi söylemeden geçmedik tabii ki:)) Kuzeye, Delisarnıç ile Kestanelik üzerinden Çaltepe'ye uzanan bu güzergah da St. Paul rotasında vardı..

Yine adam kayalarının, bu sefer diğerlerinden farklı olarak kestane ağaçlarının arasından geçerek Deli Sarnıç'a ulaştık.. Deli Sarnıç denmesinin nedeni, adam kayaların altının sarnıç olarak kullanılıyor olması.. Bir sürü su sarnıcı var bu noktada.. Çoğuna motor takılmış..



Mahallede çok az ev ve çok az insan var.. Mahalleye ekmek taşıyan bir minibüs ile girdik.. Ümit'in "Selamün Aleyküm" selamına, minibüs şoförü "oh bee, selam veren bir turistle karşılaştık.. Hiçbiri selam vermiyor" şeklinde karşılık verdi..


Kazım'la öğlen yemeği buluşmamızı anlatmaya gerek yoktur herhalde:)) Yeşilliklerin, kestane ağaçlarının arasında masamız ve sandalyelerimiz, yemeğimizle birlikte bizi bekliyordu:))


Yemekten sonra kestanelik mevkiine doğru yürüyüşe geçtik.. Dünyamız bu kısımda yine değişti.. "Alice harikalar diyarı"ndaydı sanki ki burada Alice bizdik:)) Bir çukurdan düştük ve başka dünyaya geçtik.. Adam kayalarının arasında bu sefer nemli bir ortamda, eğrelti otlarının, mantarların arasında, tepemizden maymunlar uçacakmış gibiydi.. Ağaçlar, kestane doluydu.. Canımız acayip kestane ve fırında pişmiş kaşarlı mantar istedi, ama kestaneleri dikenli kabuklarından ayırmanın ne kadar zahmetli bir şey olduğunu gördük ve ben bir daha kestane için istenilen parayı hiç sorgulamama kararı aldım:)))

                       


Kestanelik mevkiinden çıktıktan sonra asfalt bir yol geçtik ve Çaltepe'ye doğru yol aldık..


Rastladığımız nadir insanlardan olan bir çoban amca, ekibin bir kısmının Ankara'dan geldiğini öğrenince İkinci Dünya Savaşı sırasında Ankara, Çubuk'da yaptığı askerliğini anlattı ayak üstü bize.. Çaltepe'ye ulaşan antik yol, kayaların arasından özenle geçirilmiş.. Akşam ezanıyla birlikte Çaltepe'ye ulaştık.. Kısa bir mahalle gezisi ve mahalle'de kalmış birkaç kişiyle yaptığımız akşam sohbetinin ardından geceyi yine Tevfik Amca'nın pansiyonunda geçirmek üzere yola çıktık..

                    




















































































































2 yorum:

  1. Şahane olmuş gerçekten, eğer iznin olursa bunu bizim facebook sayfamızda yayınlayabilir miyiz? İsim belirterek elbette, ben çok beğendim, fotoğraflar da şahane. :-)

    YanıtlaSil
  2. gerçekten verimli bir gezi olmuş, sosyal medyada paylaşabilirmiyiz?

    YanıtlaSil